Nâsırüddin Şah 1896 yılında öldürülünce, ülkenin idaresini Muzafferüddin Şah (salt. sür.1896-1907) üstlendi. Muzafferüddin Şah babası gibi halim selim bir kişiliğe sahip olup devlet idareciliği için gerekli siyaset ve yönetim bilgilerinden yoksundu.i Sadrazam olan Eminüssultan (ölm.1907) da açıkça yabancıların etkisi altındaydı.

ii.Meşrutiyet devrimini doğuran sebepler siyasi ve ekonomik ağırlıklı olup bunların en önemlisi yönetimdeki gevşeklikti. Muzafferüddin Şah hükümeti Nâsırüddin Şah zamanında olduğu gibi devlet kavramının sosyal sorumluluklarını idrak edemediği için topluma karşı bir tutum takındıiii. Bu tutum, halkın devlete karşı tepki göstermesine yol açtı. Bunun üzerine 1896-1906 yılları arasında örgütlü bir hareket başladı. Bu hareket on yıllık bir dönem içinde yayınlanan halkla ilgili yazılarda, hatta resmî ve yarı resmî kaynaklarda görülebiliri. Bu hareketi, ayrıca ıslahat programlarının uygulanmasından doğan ekonomik kriz de hızlandırdı. Gerçekten de dışarıdan alınan borçlar ve bu borçların Avrupa’ya geziler düzenlenerek savurganlıkla harcanmasıi mevcut huzursuzluğu bir kat daha arttırdığı gibi siyasal bakımdan da İran’ın bir sömürge haline gelmesine ve ülkede buna karşı bir tepkinin doğmasına nedenoldu.Bu arada halkın inançlarını istismar eden din adamları da vardı. Çeşitli mal, mülk ve gelirleri olan bu insanlar halkın dünyevî işlerine karışacak kadar da ileri gidiyorlardı. Aynı zamanda Kerbela ve Necef gibi din merkezlerinde bulunan din adamlarının halk üzerinde büyük tesiri inkâr edilemeyecek ölçüdeydi.Fakirlik, işsizlik, cahillik, çaresizlik İran’ı baştanbaşa sarmıştı. Kuraklık ve açlığın yanında veba gibi salgın hastalıklar, bunun yanısıra toplanan ağır vergiler halkı cendereye sokmuştu. İşsiz kalan sanatkâr ve köylüler bölük bölük yurt dışına gidiyorlardı. Bu ülkelerin başında, İran’ın komşuları olan Rusya ve Osmanlı Devleti gelmekteydi. Rusya’ya gidenlerin önemli bir kısmı Bakü’deki maden ocaklarında çalışmış Osmanlı Ülkesine gidenler ise daha çok ticaretle meşgul olmuşlardır. Bu sıralarda, ilerde saltanata geçecek olan veliaht Muhammed Ali Mirza (salt. sür.1907-1909) da Tebriz’de bulunuyordu.Meşrutiyet ilan edilmeden önce birbiri ardı sıra bazı olaylar cereyan etti. Tahran hâkimi olan Alâüddevle, tüccarlardan 17 ve seyyitlerden iki kişiyi şeker fiyatlarını arttırmak suçuyla tutukladı. Bu hadise meşrutiyet isteyenler için bir bahane oldu. Modern eğitim görmüş, Batıdaki siyasal düşüncelerin temsilcileri sayılan, yönetim sisteminin değişip parlamento üzeninin kurulmasını isteyen ve düşüncelerinin ilk dayanağı Büyük Fransız Devrimi ideolojisi olan Mirza Melkum Han, Mirza Abdurrahim Tâlibof ve Seyyid Hasen-i Takîzade gibi aydınlarxii, bilimadamları ve Molla Kâzım-ı Horasanî (ölm.1911), Hacı Mirza Hüseyn-i Tahranî, Hacı Şeyh Zeynülâbidîn-i Mâzenderanî gibi aydın görüşlü dinadamları,tüccarlar ülkenin çeşitli yörelerine dağılarak yönetime muhalif kimselerle birleştiler. Bu hadiseler Meşrutiyet inkılâbının öncüsü oldu.Halk ve bilimadamları 1905 Kasım’ında Şah Abdülazim’de toplandı. Bu hareket Kirman, Fars ve diğer bölgelere de sıçradı. Bunun üzerine Muzafferüddin Şah o zamanlar sadrazam olan Aynüddevle’yi azledeceğine ve halk tarafından şiddetle istenilen ve o zamana kadar İran’da kurulu olmayan Adalethane veya Adliye xvi’yi kuracağına dair söz verdi. Bir süre için de olsa hareket durdu. Fakat Muzafferüddin Şah sözünde durmadığı gibi göstericileri daha da baskı altına aldı. Bu sırada Osmanlı Devletinde Abdülhamit’in Kanun-i esasî’yi lağvederek yeniden istibdat dönemini başlatması, oralarda olup bitenleri yakından izleyen özgürlükçüleri umutsuzluğa düşürdü. Şahın sözünü tutmaması halkın tekrar harekete geçmesine neden oldu. Daha çok aydınların sürdürdüğü bu hareketi, “imtiyaz” adı altında ülkenin önemli bölgelerinin yabancılara peşkeş çekilmesi ve çoğunlukla cahil ve dünyada olup bitenlerden tamamen habersiz olan halkın küçük bir azınlık tarafından yönetilmesi bir kat daha şiddetlendirdi. Mesela 1872’de Baron Julius Reuter adlı bir İngiliz, altın, gümüş ve kıymetli taşlar dışında bütün madenleri çıkarma hakkı, demiryolu ve tramvay tesisleri yapım hakkı, baraj kurma, kanal açma, banka kurma, her türlü sanayii oluşturma, ormanlardan ve ekili olmayan alanlardan 70 yıl süreyle yararlanma imtiyazı sağladı. Devletin kârın yalnız dörtte birini aldığı ve 50 yıl süreyle İngiliz Majör Talbout ve ortaklarına verilen tütün tekeli (1890) yanısıra 1901’de Avustralyalı William Knut Darci’ye güney petrolleri imtiyazı verildi ve “Şirket-i Neft-i İran u İngiliz=İran İngiltere Petrol Şirketi” kurulduxviii. Bu arada 1901 ve 1903 yıllarında Rusya ve İngiltere’den çok ağır şartlar altında borç alınmıştıxix. Bu borçlar İran’ın yabancı devletlere olan siyasal bağımlılığını arttırdığı gibi, ekonomik bunalımı daha da şiddetlendirdi.
İran tarımla uğraşan, tipik, geri kalmış bir Asya ülkesiydi. Kirman, Belûcistan gibi güneydoğu bölgelerinde hâlâ kölelik devam etmekteydi.
Ülkenin yönetim şekli mutlak krallık idi. Zıllullah (Allah’ın gölgesi) sayılan bir şah ve onun teb’ası (raiyyet) vardı. Halk şahın istibdadı; vezir, vali ve devlet memurlarının baskısı altında eziliyordu. Kendi bölgesinde bağımsız emirlik süren kimseler şah tarafından azledilmediği sürece halkın can, mal ve namusuna el uzatıyorlardı. Ülkenin herhangi bir yöresinde ister şehzade, ister emir olsun, merkezî hükümete başkaldıracak olursa, hemen başı eziliyordu. Kaçar hanedanı aşiretler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak onları baskı altında tutuyordu.İran böylesi vahim bir sosyal ve ekonomik ortamdayken 1906 Haziran’ında çarşılar kapandı. Bilimadamları dinî bir merkez olan Kum şehrine gittiler. Büyük bir halk yığını da Tahran’daki İngiltere elçiliğine sığındı. Bu hareketler Tebriz, Isfahan ve Şiraz’a da yayılınca sadrazam Aynüddevle görevinden istifa etti. Onun yerine sadrazamlığa Nasrullah Han Muşîrüddevle gelince, Tahran’dan ayrılan âlimler ve din adamları şehre dönmeye başladılar.
Halkın heyecanından korkan ve tehlikeyi sezen Muzafferüddin Şah ister istemez 5 Haziran 1906’da Meşrutiyet Fermanı ile halk tarafından seçilmiş kimselerden oluşan Millî Meclis’in kurulmasını kabul etti. Muzafferüddin Şah’ın imzaladığı bu fermandaxxi, tüm İran halkının refah ve emniyetinin sağlanması ve devlet dairelerinde gerekli reformların yapılması için şehzadeler, bilimadamları, Kaçar hanedanına mensup kimseler, âyan, tüccar ve esnaftan seçilen üyelerle Meclis-i Şûrâ-yi Millî (Millî Şura Meclisi)’nin başkent Tahran’da oluşturulmasına karar verilmiş, bu meclisiğin tüzüğü fermanda açıklanmıştı xxii.
Fermanın ilanıyla birlikte Osmanlı ülkesine sığınmış olan bilimadamları İran’a dönmeye başladılar. Birinci Meclis 8 Ekim 1906’da Şah’ın da katılımıyla, bugün müze olan Kâh-i Gülistan (Gülistan Kasrı)’da açıldı. Muzafferüddin Şah ömrünün son günlerinde hazırlanan anayasanınxxiii 51 maddesini imzaladı xxiv. 1 Aralık 1906’da ölünce, oğlu veliaht Muhammed Ali Mirza onun yerine geçti.
Meşrutiyet ilan edilmekle halkın temel sorunlar çözülmemişti. Mecliste bulunan Azerbaycan milletvekilleri yeni şahı Tebriz’den tanıdıkları için ona güvenmiyorlardı. Saray ile meclis -dolayısıyla millet- arasındaki çekişme hâlâ sürüyordu. Buna rağmen meclisin kurulmasıyla yeni bir siyasî düşünce ve değişme zemini ortaya çıkmış oldu. Anayasacı hareket günden güne kuvvetlendi. Serbestlik sayesinde sosyal etkinlikler yaygınlaştı. Mesela Tahran’da ve diğer eyaletlerde ardı ardına il ve eyalet encümenleri kuruldu. Nitekim 1906 yılının ikinci yarısında bunların sayısı 140’ı geçmiştixxv. Bunun gibi sosyal hareketlerin şehirlerden köylere kadar uzanması İran halkının bilinçlenmesinde ve sosyal demokrasi düşüncesinin pekişmesinde çok etkili olduxxvi. Çıkan gazetelerin sayısı artıyordu. Mecliste bulunan üyelerin çoğunun yeterince siyasî bilgisi olmasa da birtakım yeni kanunlar çıkartılıyordu. Bu kanunlar hazırlanırken Napolyon’un kanunları, Midhat Paşa (1822-1883)xxvii’nın Kânun-i Esasî’si, Fransa ve İngiltere’nin sömürge ülkelerde uyguladıkları kanunlar esas alınıyorduxxviii. Bir yandan bu tür çalışmalar devam ederken, öte yandan inkılâbın görevini tamamladığını düşünen bazı milletvekilleri mücadelelerinde gevşek davranmaya başladılar. Muhammed Ali Şah bu gevşeklikten yararlanarak meşrutiyeti kaldırmak istedi ve emeline ulaşmak için bazı hazırlıklara başladı. Meşrutiyetin ilanından sonra görevden alınan ve o zamanlar Avrupa’da yaşayan Eminüssultan’ı Tahran’a çağırarak yeniden sadrazamlığa getirdi. Bu olaya ilk tepkiyi Tebriz şehri gösterdi. Çarşılar kapandı. Halk devletin meşrutiyet idaresine gösterdiği itinasızlığı protesto etti. İşin daha da kötüye gideceğini gören Muhammed Ali Şah meşrutiyet ve anayasayı kabul ettiğini, bunun gerektirdiği şeyleri de üstlendiğini halka açıkladı. Bunun üzerine ortalık yatışmış oldu. Bütün bu hadiselere rağmen şah ve sadrazam meşrutiyetçilere karşı muhalefetlerini gizlemeden sürdürdü. Çok geçmeden 31 Ağustos l907’de sadrazam Emînüssultan genç bir İranlı tarafından öldürüldü. Bu olaylardan sonra anayasaya yeni maddeler eklendi. Adliye ve maliye ile ilgili maddeler tespit edilerek meşrutiyet idaresinin temeli ve halkın hakları biraz daha sağlamlaştırılmış oldu.