LÜKÜS HAYAT

Küçükçiftlik parkından yukarıya doğru çıkıyorduk ve hertarafta o gün olacak konserin afişleri vardı. İnsanların çoğu konsere gidiyordu bir an hüzünlendik sonra küçük bir afiş “Lüküs Hayat Şehir Tiyatroları”. Açıkhava sahnesinin önüne geldiğimde gördüğüm manzara beni çok mutlu etmişti. Doğrusu en az konser kadar bir kalabalık ve içeri girme kuyruğu tiyatroya da artık hakkettiği önemi verdiğimizin bir göstergesiydi.

İçeri gerçekten zar zor girebildik öyle ki görevlinin “Kapıları kapatıyorum son beş dakika” deyişi hala kulaklarımda. Sahneye hakim bir yerde oturdum. İlk dikkatimi çeken sahnenin dekoru olmuştu . Otuzlu yılların o havası yansıyordu bir osmanlı edası vardı sahnede. Pembe panjurlar, tahta masa , tahta sandalye.  Oyunda bu mistik havanın verdiği mistik bir ruhla yavaş yavaş başlıyordu. Oyunda ilk olarak külhanbeyleri rolünde hayatlarını ufak tefek hırsızlık yaparak geçindiren insanların dünyası anlatıyordu.  Rıza ile Fıstık; bu ikisi gerçekten de oyunun ilerleyen bölümlerinde bizleri gülmekten kırıp geçirdi. Hele ki Rıza karakterini oynayan Zihni Göktay’ın adeta rahmetli Suna Pekuysal’ın mirasçısı gibi yaşına aldırış etmeden ilk oyununa çıkıyormuşcasına çoşkulu, yorulmak bilmez performansı beni gerçekten şaşırttı. Şaşırtmaktan da öte sanatçı dediğimiz kavramın ne olduğunu bana ispat etti diyebilirim.

lukushayat

 

Lüküs Hayattan Kesitler…

Rıza ve fıstık o zamanın İstanbulunun arka sokaklarından bir sahne canlandırıyordu. Aslında konular hep aynıydı geçim derdi, sevgili ve eşler. Ancak oyunda dikkatimi çeken bir nokta var ki günümüze uyarlanılışı, her sahnede belliydi yani oyun o zamanın esprilerinden ve diyaloglarından uzak günümüze uyarlanmıştı. Hele ki Rıza karakterini canlandıran Zihni Göktay’ın “Alırken Mortgage öderken Morkıç”,”Residance , amerikan kapı, fransız mutfak, italyan dolap sadece arsası türk ”, “Nasıl İstanbul burası hiçbir yer kazılmamış” gibi espirileri hala kulağımda. Oyun günümüze uyarlanınca izlemesi de bir ayrı keyifli oldu. Fıstık karakteri ise apayrı bir karakter Rızanın atik, üçkağıtçı, bıçkın delikanlı karakterinin yanında saf,temiz ve pek düşünemeyen bir tip. Bu ikisi yan yana geldiğinde kahkahalar kaçınılmaz oldu.

Gelelim asıl oyunun teması olan Lüküs hayatçılara bunlarda o zamanın batılılaşma etkisinde kalmış türk aileleri. Giyimlerinden kuşamlarına, sabah kalkıp akşam yatmalarına kadar tamamiyle , fransız,ingiliz ve italyan bir yaşam tarzı hakim gerçi kimse onlara fransız banliyölerinde neler olduğunu söylememiş ama sahip oldukları lüküs hayat içerisinde çok mutlular. 

Olaylar Karmaşıklaşır…

Boğazın kenarında bir yalıda maddi sıkıntılar çeken evin beyi ve hanımı lüküs hayatlarından vazgeçmezler eğlencelerine devam ederler ancak bu maddi duruma da bir çare bulmaları gerekir bu sebepten ötürü bir balo düzenlemeye karar verirler baloya da ünlü altın ve mücevher zengini mısırlı akrabalarını çağıracaklardır. Ayrıca Zonguldak’ın yarısına sahip olduğu söylenen Rıza bey de katılacaktır. Balo mükemmel olmalıdır hiçbir masraftan kaçınılmamalıdır ki evi mısırlı akrabalarına satabilsinler ve küçük kızları Nesrini de zonguldaklı Rıza beye beğendirip onunla evlendirebilsinler. Maddi durumlarından çıkmak için bu planları yapmışlardır. Ancak Nesrinin de bir sevgilisi vardır. Tüm bu kurgu ve olayların içerisine birde bizim Külhanbeyi Rıza ve tayfasının bu meşhur evi soyma planları girince durumlar git gide karmaşık ve heyecanlı bir hal alır.

 

Screenshot_8

Düğüm Çözülüyor…

 

Olaylar öyle bir hal alır ki aslında evi soymak için eve baskın yapan Rıza ve tayfası tamda bir maskeli balonun ortasındadır. Tüm misafirler onları külhanbeyi kıyafetleri giymiş birer zengin sanarlar. Tabi bizim Rızayı da Zonguldaklı Rıza. Durumun bir ilginç yanıda bizimkiler evi soymak için mücevherleri çalmak için girmişlerdir eve ama içerisi okadar gösterişli ve çekicidir ki ve öyle diyaloglar yaşarlarki biraz da bizim Rıza’nın kadınlara olan ilgisinden olacak evi soyacaklarını unuturlar ve baloya dalarlar bide üstüne Zonguldaklı rıza yolda gelirken çok içmiştir durumu fark eden bizim külhanbeyi Rızanın arkadaşları onu evin kömürlüğüne kapatır. Bizim Rızada olur Zonguldaklı Zengin Rıza. Tüm ilgiler üstündedir anlam veremediği kelimelerle iltifatlar alır. Rüyada gibidir rıza arkadaşlarının asıl yapacakları işi hatırlatmalarına rağmen oralı olmaz durumdan dilediğince faydalanır. Ayrıca Rızaya aşık olması planlanan Nesrindir ancak planların tam tersine Mısırlı Zengin Akraba Rızaya aşık olmuştur ve çok mutludurlar. Anlatırken bile karmaşıklığın içerisinden çıkılamayacak düşüncesine kaptıran oyun tüm düğümü çözülmesi için sabaha bırakmıştır.

Sabah olur herkes gecenin verdiği sarhoşluk ve yorgunluktan uyanır. Tüm olaylar bir bir çözülmeye durmuştur. Bizim rızanın gerçek rıza olmadığı anlaşılır gerçek rıza ise gece gördüğü kötü muameleden ve ilgisizlikten yakınmaktadır. Ancak bizim rızanın gerçek rıza olmadığını öğrenen mısırlı zengin akraba Rızanın doğal halinden ve espiriliğinden o kadar etkilenir ki onu yinede kabul eder. Bir sahne de şöyledir. Bizim Rızanın eski tayfasından kız arkadaşı beraber giriştikleri bu girişimde Rıza mısırlı zengini tercih edince yalnız kalacaktır yani parayı bulunca aşkını terkedecektir. Bu sahne yeşilçamın o güzel sahnelerini ve sonlarını ne zamandan beri kullandığını ve türk insanın aşk,para seçimine ne kadar önem verdiğini hatırlattı bana izlediğim her yeşilçam filminde mutlaka böyle sahneler ve sonlar vardır genellikle. Nitekim sonu da aynı tema üzerine kurulmuştu bizim oyunun herkesin mutlu olması teması. Herkes mutlu olmuştu nesri sevdiği adama kavuşmuş, rıza zengin birini bulmuş, rızanın eski sevgilisi de ona platonik olan ama parasız olan arkadaşına varmıştı. Bir tek evin sahibi ve sahibesi hala borç bacağından kurtulamamıştı ama oh olsun dediğinizi duyuyor gibiyim. Çünkü yapı olarak bizler hep fakirin ve ezilmişin yanındayızdır değil mi?

Screenshot_9

Oyun Biterken…

Oyun üç perde halinde sergilenmiştir. Ancak üçüncü perdenin sonuna yaklaştığımızda saat dokuzda başlayan oyun dört saati bulmuştu. İzlerken düşündürmek denen şey tamda bu oyuna göreydi. Birde oyun orkestrasını; Şehir Tiyatroları Orkestrasını unutmamak gerekir. Oyunun belli belirsiz yerlerinde girişilen müzikal bizi dinç tutuyordu. “Lüküs hayat, lüküs hayat bak keyfine yan gel de yat”, “Bana ne gerek sütlü börek, bana ne gerek sütlü börek”, “Ah berelim, vah berelim” hala mırıldanmaktan kendimi alamıyorum.

Screenshot_10

Tiyatroya verilen önem çok az daha çok önem verilmeli diyemiyeceğim çünkü girişte gördüğüm sıra ve içerisinin yoğunluğu bunun aksini ispatlıyor. Otuzlu yıllardan günümüze de pek bir şey değişmedi aslında hala değişmekle değişmemek, batılılaşma özüne dönme kavgaları hala vermekteyiz. Bu kavgalar hakkında da bir sürü sinema filmi çekeceğiz, yazılar yazacağız ve oyunlar sergileyeceğiz. Ancak bu kavgaları bu kadar güzel sergileyen ve yıllarca ölmeyecek bir eser daha ortaya çıkar mı bilinmez. Böyle bir oyunu bize kazandırdığın için seni şükranla anıyorum sevgili  Ekrem Reşit Rey.